24 Kasım 2020 Salı

29 Eylül 2020 Salı

2 Gün

Geçen gün -nerede dinledim ya da okudum hatırlamıyorum- bir adam sanki beynini ikiye böldüklerini ve bir Tanrı var/bir Tanrı yok düşüncelerinin ikisini birden taşıdığını söylüyordu. Anladığım kadarıyla ben de beynimi ikiye bölmüş olabilirim. Hem dünyanın en kötü düşünceleriyle donatılmış bir mezbele hem de dünyanın en güzel düşünceleriyle döşenmiş bir saray var içeride. Bu ikilik meselesini mantık kullanımı ve mantığın hiç kullanılmadığı anlar ile açıklamışlar. Sağ ve sol beyinin solo kullanımları gibi ele almışlar. Başka bir yerde de "düşüncelerinize duygu bulaşmasına müsaade etmeyin" gibi bir cümle duydum. 

(Bu arada bunlar önemli birilerinin bilinen sözleri de olabilir. Birkaç haftadır çok gürültülü bir arka planım olduğu için okuduğum ya da dinlediğim tek bir şeyi bile hafızamda toparlayıp istifleme aşamasına geçemedim.)

.

.

.

İnsanın kendisini spesifik ya da genel olarak başkalarıyla karşılaştırması mı, yoksa kendisini hayal ettiği bazı en iyi versiyonlarıyla mı kıyaslaması daha korkunç acaba? (Bence kesinlikle ikinci seçenek.)

Bunun farkındayım, görüyorum ve göz göre göre kendimin kendime işkence etmesine müsaade ediyorum.

Onca düşünce, incecik detayları evirip çevirme, çıkarım, analiz serileri ile bir güzel iç savaş-iç ateşkes döngüsünde olmak neden hiçbir konuda kalıcı çözüm üretemiyor? Yakın zamanda bu konuda bir çıkarım yapabilecek gibi durmuyorum. Hangi masaya yatırırsam yatırayım bu level şu an için kilitli.

Bu konuya neden girdim ben? Yapmak istediğim ve aynı zamanda yapmam gereken birden fazla iş var önümde fakat ben yine hepsi için acayip bir motivasyon bekleme enayiliğini seçmiş gibiyim. Durumun anlamsızlığının da farkındayım. Neyse. Neden bahsetmek için buraya geldiğimi bile unuttum.

.

.

.

Hatırladım. Dünyanın en korkak düşünceleri ve dünyanın en iyimser düşünceleri. Nasıl oluyor da bu iki kategori tek beyinde barınıyor diye sorgulamıyorum. Bu tuhaflık herkeste olmasa bile muhakkak başka birilerinde de vardır. Ben neden her ikisini de bu kadar net duyabiliyorum, sorum bu. Bu problemi böyle yoğun yaşayan ve zaman içerisinde çözebilen varsa da umarım bir yerlerden karşıma çıkar. Bunu aklıma getirirken bile "Çözersin çözersin, sen neleri çözmedin ki?" diyor ve "Pardon, neyi çözmüştün ki?" diye cevap alıyorum kendimden. İnsan kendinden yorulabiliyor. Kendini böyle yıldırmaya çalışmak bambaşka bir durum. 


Muhtemelen bu yazdıklarımı bir süre sonra okuyup ürpererek, aman ne abartmışım diye gözlerimi devireceğim. (Bu bir dilektir.)

.

.

.

Şu anda bile sıkıldım kafamın içindeki çekişmeden. Öz şefkat mi diyorlar, onu denemem lazım sanırım. 


Bu arada, nasıl da irrite ediyor beni kişisel gelişim kitapları. Okumadan söylüyor değilim, kim bilir kaç tane okudum ben de ve belki gelecekte yine okurum. Bir kere, neyin kişisel gelişim kategorisine girdiği mevzusu hayli bulanık. Ayrıca benim üzerimde bıraktıkları etki, gelip de bana müthiş dandik bir saadet zinciri anlatmışlar ve bön bön yüzüme bakarak heyecanlı bir reaksiyon beklemişler gibi oluyor. Birilerinin başka birilerini kandırmaya çalıştığı tüm senaryolarda sanki derimin en alt katmanı kaşınmaya başlıyor. (Birilerinin hayatında gerçekten işe yarıyorsa ne ala.)


Başka bir kaşıntı konusu da birkaç yıldır sanal platformlardan / profillerden bahsederken gönül rahatlığı ile gerçek dünya / gerçek hayat gibi tanımlar kullanmamız. Kişisel bir "şey" evet, ama olsa olsa kişisel reklam diyebiliriz gibi geliyor. Benim kaşındığım konu tam olarak şu: "Kim olmak istiyorsan o olabilirsin!" meselesi bundan mı ibaretti yani? Her iddiasına varım ki, 1 buçuk yıllık bir paylaşım planı ile en yakın çemberimin dışındaki herkese karakterimi tamamen unutturabilir ve yepyeni biri olabilirim. (Bunu denemeye hiçbir zaman enerjim olmayacak)

Fakat, gayet yoğun bir şekilde bambaşka biriymiş gibi paylaşımlar yaparsam, acaba "ben" sahiden değişir miyim? En iyi ihtimalle, biraz olsun ayarlarım bozulur. (Bunu denemeye belki enerjim olabilir, sonuçta alakasız bir düşünceden taa bu konulara gelecek kadar enerji bulmuşum)


Kendimde bulamadığım bütün tutarlılığı dışarıda arıyor olabilirim. Yazdıklarıma bakınca bunu fark ettim. 

.

.

.

O kadar acıktım ki. Hemen sabah olsun. Zaten az kalmış. Umarım normal bir saatte uyanırım. O kadar acıktım ki.


24/09/2020

03:16


12 Eylül 2020 Cumartesi

120920

Az önce herhangi bir şeyi yazmanın önemini belki de ilk defa sahiden kabul ettim.

Sözlerini bile aklıma getiremediğim fakat deliler gibi dinlemek ve hatırlamak istediğim bir şarkı takıldı kafama. Olur bazen, bence hepimize olur. Ne yazık ki bu durumda o seni bulana dek bulmanın bir yolu yok! Ama ben bir yerlere bu gibi durumlar için bir kopya sakladığımı adım gibi biliyorum. Çünkü seneler boyu ne düşünüyor, hissediyor, izliyor, dinliyorsam paylaştığım bir güncem vardı. Bir gün tüm yazdıklarım bana son derece saçma, prematüre gelmeye başladığında bile silmeye elim gitmedi. Hiç var olmamışcasına kaderine terk ettim ve hayatımın yepyeni ve yazılı kaydını tutmadığım bir kısmına başladım. 

Ama biliyorum, bu şarkıyı ben orada paylaştım. Çünkü çok seviyordum, çok çok etkilenmiştim ya; muhakkak paylaşmak zorundaydım. İnsan kendisinin her halini tanımalı, ne kadar faydalı oldu bak. Belki birkaç dakika sürdü, ama elimle koymuş gibi buldum... Ardından benim dokunmam bile gerekmeden sanki o günkü ben bir playlist yapmışım gibi devam etti şarkılar. Kimbilir - belki de en az geçmişe yolculuk edebildiğim kadar, geleceğe de selam verebiliyorumdur.

Bu yüzden sevgili günce, tekrar hoşgeldim. 

Kendime bir adet Sometime Around Midnight borcum varmış, tam da vaktinde, artık ödeştik. 

Merhaba.